Bugün sizlere Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyetin ilanı sonrasında yaşadığımız, toplumsal ve kültürel iklimi, sosyal yaşamı, eğitim, kültür ve sanat üzerinden anlatmak istiyorum. Kemerlerinizi bağlayın, sıkı tutunun, çünkü hızlı bir zaman makinesinden geçeceğiz.
Yağmalanmış, harap olmuş, yıkık dökük, çaresiz, sahipsiz bomboş kalmış kentlerimizin fotoğraflarını gözünüzün önüne getirin, hah şöyle. Kim yaşıyordu o evlerde dedelerimiz ninelerimiz. Şimdi hatırlayın bakalım bize neler anlattılar. Manzara ve yaşananlar aklınıza gelince dehşete düştünüz. Değil mi?
Evet şimdi başınızı bugüne çevirin. Oynayan belgeselde Cumhuriyetimizin gülen yüzü Atatürk’ümüzle göz göze geleceksiniz. Yok eğer gelemiyorsanız, yüzünüz yoktur. Çünkü ona layık olamamışsınızdır. Siz kendi durumunuzu düşünedurun ben size gördüklerimi anlatayım.
“Yaşamım boyunca saptadığım doğrular ve kurguladığım ideali hayata geçirmek için doğru yer ve zamanda olduğumun bilincindeydim. Bugün herkes kalıcı barışı kutlarken ben ilelebet payidar kalacağına inandığım en büyük eserim Cumhuriyeti ortaya koymak için çalıştım. Başardım. Şimdi sıra sizde Ey Türk Gençliği…” der eşsiz Atatürk bize.
Atatürk’ümüzün açtığı yolda, çağdaş ve uygar bir yaşama hızlıca geçişimiz inanılmaz.
1925 yılına bakın şapka ve kıyafet devrimimiz ardından bir anda çağ atlıyoruz. O dönem insanlarını görünce zarif ve şık kıyafetleri gözlerimi kamaştırıyor. Eminim hepinizin evinde siyah beyaz fotoğraflar vardır bakınız, bir de günümüze bakın beni daha iyi anlayacaksınız.
Planı 1936’da Atatürk’ün başkanlığında yapılan bir bakanlar kurulu toplantısında onaylanmış Gençlik Parkı tamamlanınca, kadınlı erkekli mayolarımızı giyip, Ankara’da havuza girmeye başlıyoruz milletçe Atamızın teşvikiyle, gözünüzde nasıl bir fotoğraf canlandırdınız bilmiyorum ama gerçek fotoğrafı bulup bakmanızı öneriyorum. Tek kelimeyle muhteşem.
Düşünsenize Cumhuriyet öncesi konuşuyorsunuz, ancak yazılanları okuyamıyorsunuz, anlayamıyorsunuz, aklınız tutuluyor. Topraklarımıza güneş aslında Dil Devrimi ile doğuyor. İçimizi ısıtıyor. Kendimizi ifade etmeye başlıyoruz.
1928 yılında çizilen Türk Alfabesi’nin tanıtım afişini gördünüz mü sevgili okur. Araştırın ve görün. Dünyanın devrimle yaratılan ilk dilinin hikayesi o afiş, Atamızın o eşsiz vizyonunun bir göstergesi.
Çağdaşlaşma yolundaki toplumumuz susamış, dil devrimini kana kana içiyoruz. Özümüze kavuşuyoruz. Düşümüz gelişiyor. Bunun edebiyata yansıması olan yayın hayatımız başlıyor.
Çünkü Atatürk’ümüz harf devrimi sonrası, yayıncılığı teşvik ediyor. Onun yenilikçi fikirleri sayesinde Cumhuriyetimizin temel değerleri basın ve edebiyat dergileri aracılığıyla topluma yayılıyor.
Gencecik Cumhuriyetimiz başlıyor yakın geçmişini kaleme almaya, edebiyatçılarımız hikayeler, öyküler, denemeler, tiyatro oyunları yazıyorlar.
Cumhuriyetimizin çağdaş ve laik Türk insanının özlemi olduğunu yazarak dünyaya gösteriyorlar.
Ardından şiirde çağdaş bir akım gelişiyor. Bu akım karşımıza 5 hececileri çıkarıyor. Onlarda Anadolu ve Asya’daki Türk varlığına dayalı ulusal edebi hareketin temsilcisi oluyorlar.
Düşünsenize, gencecik cumhuriyetimiz bir yandan yakılıp yıkılmış kentlerimizi onarıyor, bir yandan kitaplarını basmaya başlıyor. Sadece kitaplar değil, dergiler, hatta edebiyat dergileri giriyor hayatımıza.
Kendi dilimizde düşündüğümüz gibi özgürce yazıyoruz. İçimiz ferahlıyor. Ürettikçe üretiyoruz, ürettikçe küllerimizden yeniden doğmaya başlıyoruz.
Edebiyatımızın gelişmesi bizleri sahne sanatlarına yönlendiriyor. Perde ve Sahne dergileri yetmiyor, tiyatro çocuk dergisi çıkarmaya başlıyoruz.
Cumhuriyetimizin bize kazandırdıklarını görememek aklını yitirmiş olmakla eşdeğer bence.
Cumhuriyetimizin güzel yüzü müzik politikalarımızla da kendini göstermeye başlıyor. Hemen Anadolu Müziklerini derlemeye başlıyoruz. Ardından çok sesli müzikle yerel bir tarz yaratmak için kolları sıvıyoruz. Atamızın düşüncelerinin zarifliğine bakar mısınız?
1925’te eşsiz güneşimiz Atatürk’ümüz ülkemizdeki özel yetenekleri Avrupa’da eğitime gönderme hareketini başlatıyor. Bu yol bizleri Türk Beşleri’ne götürüyor. Tınılarımızın derinliğine bakar mısınız? Hayran oluyorum. Onca yoklukta bunca yürek zenginliği bizim genlerimizde var.
Dünya bizi boşuna Çılgın Türkler diye tanımlamıyor.
Muhsin Ertuğrul Ankara Postası isimli Kurtuluş Savaşı’nı anlatan sessiz filmini 1929’da çekiyor. Bu filmin afişini görünce bayılacaksınız. Demedi demeyin. Araştırın ve lütfen görün.
1923’te Elhamra ve Melek Sinemalarının işletmeciliğini alan İhsan İpekçi İpek Film ile yapımcılığa başlıyor. 1932’de ilk seslendirme stüdyosunu kuran İpekçi, bu öncü girişimin başına yakın dostu Nazım Hikmet’i getiriyor.
Bir yandan tiyatro oyunları ve operalar yazarken bir yandan tiyatro binaları ve operalar inşa ediyoruz. 1932 Muammer Karaca, Tepebaşı Dram Tiyatrosu’ndaki üç saat operetinin ve aynı yıl çekilen Bir Millet Uyanıyor filminin fotoğraflarını görüp, hayran olmamak mümkün değil.
Çünkü sanat güneşi bize topraklarımızdan adeta gülümsüyor. Düşünsenize 1938’de Türkiye’de 5 dakika filmi çekiliyor. Yönetmen Vedat Ar, senaryo Abidin Dino, kısacık ilk belgesel filmimiz ilk gösterimini 1939 Newyork Dünya Fuarı’nda yapıyor. İşte Cumhuriyetimizin bize kazandırdıklarının nefis bir sonucu daha. Aklınız hayaliniz alıyor mu?
Uygarlığa ulaşmak, gelişmek isteyen her ulus, ister istemez heykel yapacak ve heykeltıraş yetiştirecektir diye Atamızın teşvikiyle 1926 yılında, ülkemizin ilk heykelini Sarayburnu’na dikiyoruz. Ondan 2 yıl sonra ise Taksim Meydanı’ndaki Cumhuriyet Abidesini açıyoruz.
Heykel sanatının ülkemizde gelişmesiyle beraber Zühtü Müridoğlu 1932’de Topkapı Sarayı Alay Köşkü’nde ilk sergisini açıyor.
Daha İzmir’in boşaltılması sırasında Newyork’taki Metropolitan Sanat Müzesi’ne kaçırılan Sardes Kazısı eserleri, müzeler müdürü Halil Eldem’in girişimleri sonucunda 1924’te geri alınıyor. Toplanan eserlerle etnografya müzesi açılıyor ve Topkapı Sarayı tarihi ve simgesel özellikleriyle müzeleştiriliyor. Yok yanlış duymadınız tekrar ediyorum tüm bu anlattıklarım 1924’te oluyor 1924’te.
1923-1937 yılları arasında o yoklukta Cumhuriyetimiz 37 tane müze açıyor. Peki bugün ülkemizdeki müzelerin sayısını kaçımız biliyoruz ve kaçımız kaç müzeyi gezdik merak ediyorum.
Geleceğin inşasında geçmişin keşfini yapmak için arkeolojik kazılara başlıyoruz. 1930’da Atatürk Türk Tarih Kurumu’na Anadolu Uygarlıklarını ortaya çıkararak koruma ve kültür mirasımıza sahip çıkma görevini veriyor. 1933’te Ahlatlıbel kazılarıyla beraber Karalar kazısı da başlıyor.
Cumhuriyetimizin Gülen Yüzü Atatürk’ümüzün önderliğinde mekan boyut estetikle kolkola kültür ağları örüyoruz. Akımlar oluşturuyoruz. Tarzımızı geliştiriyoruz. Atamızın açtığı yolda yeniden hayat buluyoruz. İşte bugün size Cumhuriyetimizin Gülen Yüzü Canım Atatürk’ümün neden Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür dediğini özetle anlattım.
Atamızın sayesinde 15 yılda dünyada var olan ve bizde olmayan her değere Cumhuriyetle kavuştuk biz. Hoşgelmiş ve iyiki gelmiş Cumhuriyet. Bizim toprakların tabiriyle, başım gözüm üstüne gelmiş. Sefalar getirmiş. Öyleyse Cumhuriyetimizin 101. Yılı kutlamaları için geri sayım başlasın. Yeniden görüşünceye kadar beni özleyin.